Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com13 Ocak 2022 Perşembe
İklim değişikliğinin yarattığı yeni gündemin çekirdeği “gıda güvenliği”. Gıda güvenliğini düşünürken, toplumu sağlıklı beslemenin bileşenlerinden birinin de “balık üretimi ve tüketimi” olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Ülkemizde önde gelen balık işleme tesislerinden biri olan Kocaman Balıkçılık Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kocaman’ın kapısını çaldık. Osman Kocaman’ı ziyaretimizin iki amacı var: Öncelikle, on yıl kadar önce kendisiyle yaptığımız söyleşiden bugüne nelerin değiştiğini sorgulamak istiyoruz. Sonra da, dünya genelinde ve ülkemizde balıkçılık sektörünün nereye gittiğine ilişkin birikimlerini paylaşmak.
Osman Kocaman’a ülkemizde balıkçılığın üç yönünü soruyoruz: Balık tüketimi kalıbı nasıl değişiyor, üretimde gerekli arzın fırsat ve tehlikeleri nelerdir ve balık arzını güven altına almak için sektör nasıl yönetilmeli?
Balıkta talep uyarıcıları
Osman Kocaman küresel balıkçılık ticaretinin içinde: Gözlemleri sadece ülkemizle sınırlı değil, işi gereği dünya genelindeki gelişmeleri de yakından izleyen bir iş insanı. Sözlerine başlarken diyor ki, “Tersine teknolojiden yararlanarak insanımıza farklı ürünler sunuyoruz”. Tersine teknolojiden yararlanmayı, dünyanın başka yerlerinde geliştirilmiş ürünleri inceleyerek benzerlerini üretebilme diye algılıyoruz. Kocaman’a insanlarımızın hangi etkilerle “balık tüketimini” artırdıklarını soruyoruz. Bir dizi etken sıralıyor; gelin birlikte izleyelim:
– Kocaman Balıkçılık olarak stratejimiz, insanların süpermarket raflarında hazır balık ürünlerini bulması üzerine kurulu. İnsanlar lokantalarda yedikleri balık ürünlerini evlerinde de yemek istiyor. Ürün çeşitliliğini artırıp, tüketicinin aradığını bulmasına özen gösteriyoruz. Çeşitliliği artırabilmeniz için de sürekli Ar-Ge yapmanız gerekiyor.
– Piyasaya her zaman yeni ürünler sunulmasını tüketici bekliyor. Tüketicinin “damak tadını” ve beslenmeyi nasıl “anlamlandırdığını” bilmezseniz, yeni ürünleri sunmanız zorlaşır. Bu açıdan ülkemizdeki balık üreticilerin önemli bir avantajı var: Büyük aile çözülüyor, çekirdek aile ağırlık kazanıyor. Kadının iş yaşamına girmesi hızlanıyor. Bu yeni yaşam biçimi ve yaşam tarzında, evde hazırlanması zor ürünleri hazır hale getirirseniz, tüketici onu raftan alıp tüketiyor.
– Tüketici dışarda restorana gittiğinde yediği balığı daha kolay tercih ediyor. Restoranlar ciddi “talep uyarması” yapan mekânlar.
– Balık tüketimini artıran bir başka etken de “ fiyat/fayda oranı”. Fiyat/fayda oranı eski ürünlerin de yeni piyasaya sunulanların da talebini etkiliyor. Müşteri hem damak tadı, hem de fiyat/maliyet oranından memnun olursa, belli aralıklarla balık tüketimini sürdürüyor.
– Son dönemlerde medya kanallarının çeşitlenmesi, özellikle de sosyal medyada “beğeni paylaşımları” da balık tüketimini özendiriyor.
– Gözden ırak tutulmaması gereken bir başka “talep uyarıcı etki” toplumda yaygınlaşan “sağlık algısı”. Toplumda herhangi bir gıdanın sağlığa yararlı olduğu algısı yaygınlaşırsa, talebi de artıyor.
– Balık tüketimini tetikleyen diğer bir etken de “yaş gurupları”…Orta yaş gurupları damak tadına daha çok önem veriyor; damak tadı tüketim tercihlerini belirliyor.
Artan nüfusumuz, kentleşmenin hızlanması, hazır gıda bağımlılığının artması, aile yapısının değişmesi, yaşam biçimi ve yaşam tarzlarındaki farklılaşma, iletişim kanallarının çeşitlenmesi değişik etkenler balık talebini artırıyor… Talebin artışı işin bir yanı, arz yanında neler oluyor? Soruyu Osman Kocaman’a yöneltiyoruz.
Arz cephesinin sorunları
Dünya genelinde balık arzında bir “daralma” olduğunu söylüyor. “Avlanma teknolojileri doğanın önünü kesiyor” diye ekliyor. Ardından bilinen bir gerçeği tekrarlıyor: “Formül çok yalın: Avlanma ritmi> balık üretimi= sürdürülebilirlik”. İşin ehli bütün balık üreticileri gibi Osman Kocaman da balık avı filolarının balık üretimi üzerine baskı kurduğu kanısında… Doğal balık üretiminde azalma balıkçıları tedirgin ediyor. Eğridir Gölü’nde “Tatlısu istakozu” azalıyor.” Gümüş balığı “ ve “tatlı su levreği” üretiminde de azalma var. Manyas Gölü’nde iki yıldır “İsrail sazanı” tutulamıyor.
Nereden bakarsak bakalım, iç su balıkçılığı “doğal arzı” geriliyor; buna da kuraklık ve kirlilik yol açıyor.
Osman Kocaman, bardağın dolu yanını da özellikle belirtiyor: “ Orkinos kotaları arttı; canlı orkinos ithal ediliyor ve son birkaç yıldır orkinos fiyatları dengelendi” diyor. Ayrıca “Türk somonu” üretiminin iyi gittiğini, kültür balıkçılığının denizlerde tutulan balıkçılığı geçtiğini, Akdeniz’in çöl niteliğinden ve devlet politikası olarak Yunanistan’da balıkçılığın bizden geride olduğunu da öğreniyoruz.
Balıkçılarımızın Moritanya, Gine ve Senegal gibi Batı Afrika kıyılarında balık tuttuğunu, hamsi için Gürcistan’da sözleşmeli avcılık yapılarak talep ile arzın dengelemeye çalışıldığını anlıyoruz.
Balıkçılığın yönetimi
Gıda güvenliğini sağlamak sözle olmaz, hatta merkezi kararlarla da yaratmak istediğimiz sonuca bizi götürmez. Osman Kocaman’a, “Balıkçılık bir ulusal proje olmalıdır: İhtiyacımızı belirlemek için dinamik bir envantere sahip olmalıyız, gerekli küçük ve büyük veriye erişmeliyiz. Tutarlı modellerimiz, etkili metotlarımız olmalı. Mevcut durumu nesnel biçimde değerlendirecek analitik yetkinliğimiz çok önemli. Bir ‘plan bilincine’ sahip olmalıyız ki, öngörme-önlem alma disiplini işlesin, fikirler projeye dönüşsün, projeler uygulansın, geribildirimlerle gözetim-denetim mekanizmaları işlesin, sapmalar düzeltilerek devreye sokularak sürdürülebilirlik güven altına alınsın… Etkili bir balıkçılık yönetimi için bütün bu aşamalarda durumumuz nedir?” sorusunu yöneltiyoruz.
Osman Kocaman gülümsüyor; sorumuza doğrudan yanıt vermiyor, ama kendi birikim ve gözlemlerini paylaşıyor:
– Balık avlanması tam bir “yönetişim” konusu… Sirkülerler 4 yılda bir yayınlanıyor. Güncel ihtiyacı karşılayacak dinamik bir yapıda olmalı. Gerekli kontroller yapılıyor, ama “boy yasağı” daha da etkinleştirilmeli. Küçük balık avlanmaması bilincini yükseltmek gerekiyor. Hamsi, çinekop, ve kısmen mezgitte önemli. Ülkemizde “zaman yasağına” önemli ölçüde uyuluyor; insanlarımız da yasak mevsiminde balık talep etmiyor.
– AB ülkelerinde ithal balıkta gümrük vergisi yok, bizde yüzde 55’leri bulan yüksek vergiler var.EFTA üyesi olduğu için Norveç’ten uskumru, somon ve mezgit gümrüksüz ithal ediliyor.
– Bir kilogram un için 6 kg balık gerekiyor… Artan balık unu maliyetleri ve balık yemi ihtiyacı dünya balık üretimini bir duvara doğru sürüklüyor.
– Balıkçılığımız “büyük ihracatçı” iken şimdi “ithalatçı. AKUA kültür üretimimiz büyük oranda ithalata bağımlı.(Yem, yumurta, ilaç, ekipman ve benzerleri.)
– Soruda çizilen çerçeveyi dikkate alarak “balıkçılık yönetişimini” ciddiye alırsak, İspanya gibi örneklere de bakmalıyız.
Sonuç olarak Osman Kocaman diyor ki, “Akua kültür katma değeri düşük… Doğal balıkçılıkta ise katma değer yüksek… Asıl sorun ‘doğal balığı’ artırmamızda…”
Osman Kocaman ve görüştüğümüz diğer balık üreticilerine göre “balık üretimi politikasının” ne olması gerektiğini başka bir yazıda ele alacağız… kaynak https://www.dunya.com/kose-yazisi