‘Vira Bismillah’ın asırlık tarihi
Balık tutmayı ritüel haline getirenler için yazın güneşi de kışın karı da fark etmiyor. Her mevsim farklı bir balığın bol olduğu bu kadim göç yolu, özel törenlerle balıkların oltaya misafir edildiği keyif tarihinin de izlerini taşıyor. İşte ‘Vira Bismillah’ kültürünün asırları aşan tarihinden kesitler:
Boğaz suları, sıcaklar bitip de sonbahar rüzgarları esmeye başladığında ekmeğini balıktan kazananlarla dolmaya başlıyor. Balık tutmayı bir ritüel haline getirenler için ise yazın güneşi de kışın karı da fark etmiyor. Her mevsim farklı bir balığın bol olduğu bu kadim göç yolu, özel törenlerle balıkların oltaya misafir edildiği keyif tarihinin de izlerini taşıyor. İşte ‘Vira Bismillah’ kültürünün asırları aşan tarihinden kesitler:
HABER: SÜMEYRA YARIŞ TOPAL
Boğaz suları Karadeniz ve Akdeniz arası göç etmek isteyen balıkların ana güzergahı olduğu için zengin çeşitliliği barındırıyor. Her mevsim farklı balığın bol olduğu kadim suların ev sahibi ise lüfer. “İstanbul’un balığı ne” sorusunun cevabını kültür tarihçileri, “İstanbullu balık dediğinde anlayın ki, lüferi kastediyor. Diğer balıklara isimleri söylenirken lüfer ‘balık’ olarak kendine yer ediniyor” cevabını veriyor.
ELLE TUTULAN BALIKLAR
İstanbul balıklarının bolluğu tarih kitaplarında da kendine yer ediniyor. Fransız doğa tarihçisi Pierre Gyllius, 16. yüzyılda İstanbul’a yaptığı ziyaret sırasında karşılaştığı balık bolluğunu, “İstanbul balık bolluğu bakımından dünyanın bütün liman kentlerini geride bırakıyor. Balık denizde o kadar çok oluyor ki, sahilden elle tutulabilir. Baharda balık sürüleri Karadeniz’e doğru akın ederler, kadınlar pencereden sarkıttıkları sepetlerle balık tutabiliyor ve balıkçılar olta ile o kadar çok torik balığı avlıyor ki, bunlar bütün Yunanistan’a, Asya ve Avrupa’nın büyük bir kısmına kâfi gelebilir” cümleleriyle anlatıyordu.
USKUMRU MEVSİMİ
İstanbul balık sevdalıları aynı zamanda balık tarihlerini de ajandalarına ustalıkla not ediyor. Buna göre ocak ayı; kefal, hamsi, şubat; kalkan, tekir, mart; kefal, levrek, nisan; mercan, kılıç, mayıs; barbunya, dilbalığı, haziran; verimsiz mevsim, temmuz; istavrit, sardalya, ağustos, pisi, kofana, eylül; lüfer, palamut, ekim; lüfer, kasım; uskumru, izmarit, aralık; kefal, ilerya mevsimi olarak kitaplarda kendine yer ediniyor.
TURFANDA BALIK
İstanbul balık kültüründe mevsimin ilk lüferini tutmak büyük bir prestij olarak yer alıyor. Eylül sonuna doğru tutulabilir hale gelen lüfer için usta balıkçılar Boğaz’ın Karadeniz ağzında saatlerce nöbet tutup bu ev sahibi balığı oltalarında ağırlamanın keyfini yaşıyor. İstanbul balık sevdalıları arasında bu ritüel, turfanda balık tutmak olarak adlandırılıyor. Balıkların Karadeniz’e çıkışları ‘anavaşya’, Marmara’ya inişleri ‘katavasya’ diye adlandırılıyor.
KIŞA ÖZGÜ TEKNE
Bir dönem İstanbul Radyosu’nda İstanbul kültür tarihi üzerine program yapan Eşref Şefik Atabey’in kayıtlarına göre paşalar arasında balık tutkusunu başlatan Sultan Abdülaziz zamanı paşalarından Abraham Paşa’ydı. Paşa balık avı sırasında üşümemek için kendisine özel bir sandal yaptırmıştı. Sandalın üst kısmını, camekanla kapattırmıştı. Etrafı kapalı bu sandaldan bir delik açtırarak oltasını sallayan paşa, yaz kış demeden Boğaz’da balık tutuyordu.
BALIKÇI PADİŞAH
İstanbul’un balığı lüfer, balıkçı padişahların da tarih sahnesine çıkmasına vesile oldu. Eğinli Said Paşa’nın hatıratlarına göre, Sultan II. Abdülhamid lüfer tutkunu idi. Yine bu hatıratlara göre, padişah Beykoz köylerinden bir olta takımı temin etmiş ve lüfer avına çıkmıştı. Padişah ve ekibi saat 12’ye kadar 16 lüfer tutmuştu. Bunların iki tanesi de padişah tarafından tutulmuştu.
BALIKÇI DOĞMAK
İstanbul kültür tarihçisi Reşat Ekrem Koçu’ya göre, balıkçı olunmaz doğulurdu. Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’nde bu durumu şöyle anlatıyordu: “Balıkçı, balıkçı doğar ve balıkçı ölür; içlerinde büyük teşkilât kurmaya muvaffak olmuş, 40, 50 ve hatta daha fazla tayfa besleyen zengin reisler vardır, kılık ve kıyafetlerini dahi değiştirmeye tenezzül etmezler, yaşları ve sıhhatleri elverdikçe, denizin bütün meşakkatini tayfalarıyla paylaşırlar; bayağılık göstermezler.”
MÜBAREK HAYVAN
İstanbul balık tarihinde yunusun da önemli bir yeri bulunuyor. Zira yunuslar başta lüfer olmak üzere balık sürülerinin peşinden Boğaz’a giriyor. Avlanırken balıkları kıyıya sürdüğü için eski balıkçıların yunusa ‘mübarek hayvan’ dedikleri de kayıtlarda yer alıyor. İstanbul’un bu mübarek hayvanı 1577’de Avustralya elçisi ile birlikte İstanbul’a gelen vaiz Stephan Gerlac tarafından da tarihe not düşüldü. Buna göre Boğaz’da o yıllarda 200-300’lük sürüler halinde yunuslar geziniyordu.
SENEDE 6 MİLYON KİLO
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstatistik ve Neşriyat Şubesi’nce çıkarılan 1931-34 yıllarını kapsayan rapora göre, İstanbul’da ortalama 6 milyon kilo balık yeniliyordu. Bu rakam yıllık 18 milyon kilo et tüketiminin üçte biri olarak yorumlanmış ve yeterli bulunmamıştı. Bu, söz konusu yıllar arasındaki ortalama nüfusa göre yıllık kişi başı 6.5 kilo balığa denk geliyordu. Aynı rapora göre 1931-34 yılları arasında en çok tutulan balık palamut ve torikti.
EVLİYA ÇELEBİ’NİN GÖZÜNDEN
Kadim kentin balık kültürü, 17. yüzyıl gezginlerinden Evliya Çelebi’nin tasvirlerinde de yer alıyor. Çelebi’ye göre, 17. yüzyılda İstanbul’da 1.300 balıkçı bulunuyordu. Bunların 1.000’i olta balıkçısı, gerisi de ağ balıkçısıydı. İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası İktisat Komisyonu’nun 1923 yılında hazırladığı rapora göre ise İstanbul’da balıkçılıkla geçinenlerin sayısı 15 bin kişiye ulaşmıştı. Kaynak İTO haber